İstanbul İl Başkanlığı

Ekonomi İşleri Başkanlığı - Şubat Ayı Bülteni Ekonomi İşleri Başkanlığı - Şubat Ayı Bülteni

06 Şub 2021

Türkiye’deki ekonomik göstergelerin istikrarlı olabilmesi; orta/uzun vadeli bir stratejiye dayanan, planlı, katma değerli üretim ve verimlilik artışını hedefleyen büyüme politikası oluşturulabilmesine bağlıdır.

Türkiye’deki refah seviyesinin sürekli artması için her yıl ortalama yüzde 4,5 – 5 aralığında büyümesi gerekmektedir. Bu büyüme oranlarının altında kalınması durumunda ekonomik refah seviyesi azalmaya başlamaktadır.

Aynı şekilde bu büyüme oranlarının üzerine çıktığımızda, söz konusu büyüme ihracat artışından ve katma değerli üretim artışından kaynaklanmadığı zaman kurlar, enflasyon ve faizler üzerinde olumsuz etkiler yaratmaktadır.

2016 yılında büyüme oranımız yüzde 4 seviyesinin altına gerilemiş, refah seviyesinin düşmesini engellemek için kredi genişlemesi yoluyla büyüme oranları arttırılmaya çalışılmıştır. 2017 yılında kredi büyümesi %20’ye yaklaşmış, buna bağlı olarak da büyüme oranı %7,5’a ulaşmıştır.

Ancak, hızlı kredi genişlemesi, ticari faaliyetleri ve tüketimi arttırıcı etki yaparak güçlü bir büyüme oranı yakalanmasını sağlamakla beraber, uzun süre devam ettirilemeyecek bir yöntemdir. Kredi ve parasal genişlemeye dayalı büyüme sonucunda tüketim talebi artmakta, dolayısıyla cari açığın büyümesine yol açmaktadır. Nitekim cari açığın milli gelire oranı 2017 yılında yüzde 4,7 seviyesine ulaşmıştır. Cari açığın artması demek her yıl yurtdışından bu açık kadar ilave borçlanma yapmamız anlamına gelmektedir.

Uzun yıllardır, yatırım kararlarımız, katma değer ve verimlilik artışı sağlayacak alanlar yerine, rant geliri elde etmeye odaklı alanlara yoğunlaştığından, milli hasılamız ABD Doları bazında azalma göstermiş, yurtdışı borçlanmamız nominal olarak artmamasına rağmen toplam borcun milli gelire oranı yüzde 59 seviyesine kadar ulaşmıştır.

Türkiye’nin büyüyebilmesi için yurt içindeki tasarruflar yetersiz kalmakta, büyümemizi yurtdışından sağladığımız kredi, kısa ve uzun vadeli yabancı yatırım vb. ile finanse etmekteyiz. Bu nedenle, yurtdışından istikrarlı ve uzun vadeli yabancı kaynak akışının devam etmesi büyümemiz ve gelirimizi arttırmamız için hayati öneme sahiptir.

Yabancı yatırımcılar,

  • Milli gelirimizin ABD Doları bazında artmaması, (toplam borcumuzun gelirimize oranının artması)

  • Kredi ve parasal genişlemeye bağlı büyüme modelinin uygulanması, (cari açığı arttırması)

  • Ekonomi politikalarında uluslararası kriterlerin dışında uygulamalar yapılması (yabancı kurumlara kredi limitlerinin kullandırılmaması, enflasyon oranı altında faiz uygulanması vb.),

  • Hukuksal alanda haklarının korunabileceği konusunda şüphelerinin artması,

nedenlerinden Türkiye’ye kaynak girişini azaltmaya başlamışlardır.

2015 yılından beri doğrudan yatırımlar azalarak devam etmiştir. 2020 yılı onuncu ayı itibari ile doğrudan yatırım tutarı 5 milyar ABD Doları’na kadar gerilemiştir. Bu tutarın yaklaşık 3 milyar ABD Dolar’lık kısmı gayrimenkul yatırımı olarak gerçekleşmiş, yani istihdam veya üretim artışına bir etki yapmamıştır.

Aynı şekilde kısa vadeli portföy yatırımları da sadece 2017 ve 2014 yıllarında artı değer almış, son 3 yılda eksi olarak gerçekleşmiştir. Yani yabancı yatırımcılar hisse senedi yatırımlarını ve devlete verdikleri borç tutarını azaltmışlardır.

Yabancı kaynaklardaki giriş azalması neticesinde Türk Lirası yüzde 35’in üzerinde değer kaybetmiş, enflasyon 2018 yılında yüzde 20’ye ulaşmıştır.

Kur artışını engelleyebilmek için TCMB faizleri arttırmış, piyasada uygulanan ticari kredi faizleri yüzde 35’e kadar çıkmıştır. Bunun sonucunda tüketime ve ticari faaliyetlere dayalı büyüme, yüksek faiz nedeni ile sert bir yavaşlama göstermiştir.

Sert yavaşlama neticesinde, 2018 ve 2019 yıllarında ekonomi sırasıyla yüzde 3 ve yüzde 0,9 büyümüştür. 2 yıl üst üste gelen refah azalması yani fakirleşme nedeni ile ekonominin büyümesi için tekrardan 2017 yılında uygulanan kredi genişlemesi metodu, çok daha geniş kapsamlı olarak uygulanmış, sonucunda yüzde 26 oranında kredilerde genişleme sağlanmıştır.

Ancak sonuç 2017 gibi aynı olmuş, krediye dayalı parasal genişleme sonucunda 2020 yılında cari açık yüzde 5,4 seviyesine ulaşmış, yine aynı şekilde Türk Lirası’nın yüzde 34 değer kaybetmesine neden olmuştur. Kur artışı ve parasal genişleme enflasyonu da tetiklemiş yüzde 14,6 seviyesine ulaşmasına yol açmıştır. Tekrardan TCMB faiz arttırarak kur artışını ve enflasyonu düşürmeye çalışmak zorunda kalmıştır. Bugün itibari ile ticari kredi faizleri tekrar yüzde 20 seviyesine çıkmıştır. Önümüzdeki dönemde bunun etkisine bağlı olarak tekrardan büyüme sıkıntısı yaşamamız kaçınılmazdır.

Eğer 2021 yılında ekonomik büyüme çok düşük kaldı diyerek hızlı bir şekilde faizleri düşürüp, tekrar kredi genişlemesi yoluyla büyüme yolu tercih edilirse, 2018 ve 2020 yılında yaşanan kur artışı, enflasyon artışı ve arkasından gelen ekonomik küçülmeyi ileride çok daha sert yaşamamız kaçınılmazdır.

Sonuç olarak, Türkiye ekonomisi istikrarlı büyümeyi sağlayabilmek için tüm dünyada kabul görmüş makro ekonomi politikalarını uygulamalı, bunu da özerk kuruluşların bağımsızlıklarını tekrardan sağlayarak yapmalıdır. Büyüme için hayati önemde olan yabancı yatırımcıların, Türkiye’ye geri dönüş yapabilmesi için yukarıda belirtilen ve yabancı yatırımcıları yatırım yapmaktan vazgeçiren nedenlerin ortadan kaldırılması gereklidir.

Kredi büyümesi ve faiz oranını baskılayarak kısa vadeli hızlı büyüme denemelerinden vazgeçmelidir. Ancak bu sayede kur hareketlerinin önüne geçebilecektir.

Bu tarihten itibaren, yurtdışıdan sağlanan kaynaklar ve yurt içi tasarruflar katma değer üretecek ve ihraç edilebilecek ürün ve hizmet yatırımlarına yönlendirilmelidir. Bunun büyüme üzerinde olumlu etkileri kısa sürede olmayacaktır, ancak orta uzun vadede son yıllarda yaşadığımız çalkantıların bir daha yaşanmamasını sağlayacaktır.


DEVA Partisi İstanbul Ekonomi İşleri Başkanlığı

  • İLGİLİ ETİKET:
  • #EKONOMI
  • #İSTANBUL DEVA PARTISI

SONRAKİ HABER

Sinema Emekçileri Sendikası Ziyareti

Sık Sorulan Sorulara Cevaplar

06 Şub 2021